A. NISANBAYEV
‘Medeni Miras’ projesi bir Devlet Pojesi olarak 4 Nisan 2003’teki Cumhurbaşkanımız Nursultan Nazarbayev’in Kazakistan Halkına yaptığı ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasından yola çıkarak hazırlanmış ve Milli Mecliste de kabul edilerek (2004-2006, 2007-2008, 2009-2011 yy.) kapsamıştır. Bu konuşmada bağımsızlık sonrası ilk defa ana dilinde sosyal bilimler dalında büyük bir fon kurulması gerektiği önemle vurgulamıştır. Bu dünya medeniyetinin, ilminin,felsefesinin edebiyatının yani başlıca sosyal bilgiler sahasındaki eserlerin Kazakçaya tercüme edilerek kazandırılması demekti. Bununla beraber Kazak halkının zengin, manevi ve kültürel mirası bu sahadaki tecrübelerden istifade edilerek yeni bakış açısıyla tekrar ele alınması ve Kazakça olarak bir bütün şeklinde yayınlanması da amaçlanmaktadır. Bu proje çerçevesinde Kazak halkının kültürel mirası sistemli bir hale getirilecek ve yayınlanarak geniş halk kitlesine de ulaştırılacaktır. Bu kadar önemli bir sorumluluk sadece sosyabilimcilerin değil bütün ülke halkına düşmektedir. Bu küreselleşmenin hız aldığı devirde ülkemizi manevi yönden koruyarak milli değerlerimizin yozlaştırılmasının da önünü alacak ve bağımsızlığımızı güçlendirecek ayrıca da milli bilincimizi güçlendirerek bir bütün milli kültürel birliğimizin kalıplaşmasında da önemli fayda sağlayacaktır.
K.C. Milli Eğitim Bakanlığı Felsefi ve Siyasi İlimler Araştırma Enstitiüsü Kazakistan’daki yüksek öğrenim kurumlarında çalışan uzmanlarla işbirliği içerisinde ‘Başlangıçtan Bugüne Kazak halkının Felsefi Mirası’ (20 cilt olarak) serisine eklemek amacıyla seçilen metinleri germeniftikalık sistemle araştırma ve toplama, tercüme, araştırma yapma, geniş hacimli bir giriş yazısı-makale yazma, gerekli yerde açıklamalar verme, ilmi olarak redakte etme gibi işlerin öncüsü olmuştur. Ayrıca 20 ciltlik ‘Dünya Felsefi Mirası’ ve El Farabi’nin 10 ciltlik eserleri ilk defa Kazakça yayınlanmıştır. 2010-2011 döneminde ilk defa 3 cilt halinde ‘Kazak Felsefesi’ İngilizce olarak yayınlanacaktır. Bu yayınlar için gerekli materyallerin seçiminde ise uygar ülkelerdeki gibi objektif bakış açısı ve özen de gösterilmektedir.
‘Medeni Miras’ projesinin gerçekleştirilmesi halinde halihazırdaki Kazakistan’ın yeni yüzünü herkes görecektir. Bu yönden küresellleşen dünyada ülkemizin yeri ve duruşunu ayrıca uygar ülkeler içerisindeki saygınlığını artıracak eşsiz bir projedir.
Dünya felsefi değerlerinin Kazak okuyuculara sistemli bir şekilde tercüme edilerek ulaştırılması meselesi üzerinde biraz durmak istiyorum. Uzman felsefecilerden oluşan heyet tarafından dünyaca ünlü önde gelen felsefi eserler seçilerek tercüme yoluyla Kazakçaya kazandırılmıştır. Platon,Aristotel, Kant ve Gegel vs. Bununla biz bağımsızlığımızı güçlendirecek, manevi olarak gelişmemize katkı sağlayacak önemli değerleri genç neslin istifadesine sunarak yetişmelerine yardımcı olmayı amaçlamaktayız. Bu eserleri Kazakçaya kazandırmak için Kazakistandaki en önde gelen uzman ilim adamları bir araya getirilmiştir. Bu eserlerin okullarda ve yüksek öğrenimde ayrıca uzmanlık eğitimlerini Kazakça alan öğrencilere ciddi fayda sağlayacağına inanıyoruz. Tek eksikliğimizse bu eserlerin çok az tirajla yayınlanması ve ihtiyaçlara tam cevap verememesidir. Bu nedenle Kazakistan’ın bütün bölgelerine bu proje çerçevesinde çıkan eserlerin ulaştırılmasının ve onların öneminin anlatılmasının Kazak ilim adamlarınca yapılması taraftarıyım. Hangi millet olursa olsun kendi değerlerine gösterdiği saygı kadar başka milletlerden saygı görür. Manevi ve kültürel yönü zengin halkın geleceği de o kadar aydınlık olacaktır. İnsanoğluna ortak değerlere ilgi göstermekle kaybedeceğimiz birşey yoktur. Bu şekildeki tarihi öneme sahip çalışmalar sayesinde ana dilindeki kitapları okuyarak bilgisini artıracak Orta Asya ve Türk Dünyası içerisinde gerçek manevi zenginliğe ulaşmış öncü üke rolünü oynayabileceğini düşünüyorum.
Başlangıçta bu kültür ve felsefe serisinin yayın işi hazırlıklarına başlarken organize ve sistemle igili bir çok sorunlar doğdu. Mesela; herhangi bir düşünürü veya eseri hangi bakış açısını esas alıp değerlendireceğiz, eğitim öğretim progaramları ihitiyaçlarını dikkate alarak mı bunları hazırlayacağız, yoksa halkın milli bilincinin ve kültürünün gelişmesini mi esas alacağız? Doğrununsa her zaman orta yolda olduğu da malum.Bu iki bakış açısını, programı bu projeyi hayata geçirirken dikkate almamız doğru olacaktır.
İnsanlık tarihinde en çok 20. asırda zulümler ve büyük acılar yaşanmıştır. Ve 20. asır bize büyük savaşlar, aşırı dini hareketler, terörizm, etnik savaşlar, çatışmalar, manevi çöküş, ekolojik ve antropolojik afetler vs. Fakat insanların bilinçli iyi niyetli iradelerini görmek bize geleceğe dair planlar yapmaya ümit vermektedir. Barışı, istikrarı ve güvenliği temin etme dünyadaki insaniyetin gerçek esaslarını korumak da medeniyetimiz ve maneviyat sayesinde olacaktır.
Çevreyi, insan hayatını her türlü kavramlar, anlayışlar, güzel sanatlar vs. aracılığıyla manevi değerlerimizi öğrenmeye çalışmayan, onları korumayan halkın kendi devamiyetini sağlayacak milli kültürü de olmaz. Zaten ona gereken değeri vermeyen, onun inceliklerini kavramayan o milletin manevi çöküşü ve sosyal yönden kriz yaşaması kaçınılmazdır. Bu nedenle dünyayı heryönden tanımayı amaçlayan felsefi dünya anlayışı hangi millet için olursa olsun, içinde bulunduğu tarihi zaman dilimi için insani, hümanist prensipleri gerçekleştirmeyi amaçlayan önemli bir fenomene dönüşür. Kazak halkı da felsefi düşünceye önem bir veren bir halktır. Felsefi düşünce onun hayatının bir parçası haline gelmiştir. Kazak halkının geçmiş tarihine baktığımızda büyük manevi zenginliğe sahip eserler meydana getirdiğine şimdi de onu devam ettirdiğine şahit oluyoruz. Mesele bu manevi zenginliği sistemli olarak ele alıp gelecek kuşaklara aktarmaktadır. Bu biz aydınların milletimize karşı manevi, milli vazifesidir. İşte, bu anlamda bizim Kazakistandaki meslektaşlarımız önemli ilmi çalışmalara imza attılar. Önceleri gerekli değer verilmeyen milli felsefi düşünce ve anlayışına kendi değeri verilmeye, bunun sonucunda da yasaklı hale gelmiş tarihi milli şahsiyetlere ve onların eserlerine yeni bakış açısıyla yaklaşımlar sergilendi.
Doğunun derin ve zengin felsefe dünyasının içine Kazak felsefesi de girmektedir. Kazak ve doğu felsefesi batıdaki gibi felsefi sistemler içerisinde değil mifler, şiirler, folklor, müzik ve sözlü edebiyat eserleri içerisinde kaynaşmıştır. Dünyayı, insanı, onun kendi kendini tanıması ve ardından başkasına kendini tanıtması, çalışmaya ve kendi ayakları üzerinde durmaya
azimli olmaya çağrı, hayatta kendi çizgisini, rolünü felsefi, etik olarak etraflıca tetki etmesi Kazak felsefi düşüncesinin temel direklerindendir. Bu açıdan baktığımızda Kazak felsefi düşüncesi doğu felsefesi içerisinde, özellikle öncelikli olarak Kazak düşünürü Abay’ın ‘İnsan ol’ sözüyle
işaret ettiği gibi kemale ermiş insa olma ve bu felsefi düşünceye değer veren bir felsefedir. Kazak felsefesi derken onun köklerinin eski Türk felsefesiyle de ilişkili olduğunu söylemek doğru olacaktır.
Kazak halkının fesefi mirasını araştıran ilim adamları bu gibi hususiyetleri göz önünde bulundurarak milli felsefenin edebi eserlerimiz içerisinde en güzel şekilde göründüğünü bilmeli ve bu değerlerimizi ilmi metodlar içerisinde tekrar ele almalarının doğu olacağını düşünüyorum. Günümüzde Türkiye’de Fen Edebiyat Fakülteleri içerisinde Felsefe bölümlerinin de olması bunu ispatlamaktadır. İşte tarihi süreci sorgulamanın zorluğu da burada ortaya çıkmaktadır. 20.asrın başında yaşamış meşhur Kazak düşünürleri Şekerim Kudayberdioğlu, Alihan Bökeyhanov, Ahmet Baytursınov, Mustafa Şokay, Magcan Cumabayev, Mirjakıp Dulatov, Jüsipbek Aymavıtov, Muhtar Avezov, Gumar Karaşev, Meşhur Jüsip Köpeyev vs. düşünce özgürlüğünü kendi anlayışlarının temeli telakki etmişler ve yeni milli uyanış felsefesini dünyaya getirmişlerdir.
Milli felsefeyi ve dünya felsefesini tam manasıyla öğrenebilmek içinse bağımsız olmak şarttır. Onun asıl amacı da şahsın manevi yönden yetişmesi ve milli bilincin uyandırılması, bağımsızlık yolunda onun faydalanılması böylece manevi yönden bağımsız ve güvenli bir ülke temin etmedir. Dünya felsefe ilminin, yani eski Çin, Hindistan’dan başlayarak günümüz Batının postmodern felsefesine kadar bütün önde gelen felsefecilerin eserlerinin örneklerinin antoloji şeklinde Kazakça okuyan okuyuculara sunulmasıyla öncelikle genç kuşakların felsefe kültürünün yükseltilmesi ayrıca yüksek eğitim kurumlarında yetersiz olan Kazakça kaynakların artırılması da amaçlanmaktadır. İkinci olaraksa daha önceleri tam anlamıyla Kazakçaya tercüme edilmeyen felsefe ilminin önemli eserlerinin tercümesi ve bu sayede sahasında uzman tercümanlar mektebi oluşturma amaçlandı. Bununla birlikte felsefi terimlerin Kazakça karşılıklarını bulmada da önemli çalışmalar yapıldı. Mesela globalleşme terimini ‘jahandanu’, mentalite terimini ‘dil’, razum yerine ‘zerde’, rassudok yerine ‘payım’ sözleri kabul görerek yerleşti. Bu şekilde zengin felesefi terimlerin oluşmasıyla Kazak dilinin yaygın kullanılışına da destek sağlanmıştır.
20 ciltlik Eski Çağdan bugüne kazak halkının felsefi Mirası serisi şu şekildedir.
1.cilt Eski göçebe halkların dünya anlayışı
2.cilt El Farabi Felsefesi
3.cilt El Farabi Felsefesi
4.cilt İslam Felsefesi
5.cilt Orta Devir Türk Düşünürleri
6.cilt Kazakların Tarih Felsefesi
7.cilt Kazakların Halk Felsefesi
8.cilt Kazak Şair-Ozanlarının Dünya anlayışı ve Felsefesi
9.cilt Kazak Kadı-Hatiplerinin Felsefesi
10.cilt Yenilikçi Kazak aydınlarının Felsefesi
11.cilt 20. asır başındaki Kazak milli uyanış Felsefesi
12.cilt Kazak Etik ve Estetiği
13.cilt Dialektik Mantık
14.cilt Felsefe Tarihi
15.cilt İlim Felsefesi ve Prensipleri
16.cilt Farabiyi Tanıma
17.cilt Sosyal Felsefe
18.cilt Anlayış Teorisi
19.cilt Felsefi Antropoloji, Medeniyet Felsefesi, Din Felsefesi
20.cilt Bağımsız Kazakistan Felsefesi
20 ciltlik Dünya Felsefi Mirası ise şu şekildedir.
1.cilt Eski Doğu Felsefesi
2.cilt Antik Çağ Felsefesi
3.cilt Aristotel Felsefesi
4.cilt El Farabi ve İbni Sina’nın Felsefi Görüşleri
5.cilt Orta Asırdaki Dini Felsefe
6.cilt Yeni Çağ Felsefesi
7.cilt Yeni Çağdaki Fransız Felsefesi
8.cilt Kant ve Gegel Felsefesi
9.cilt Hayat Felsefesi
10.cilt Batının İlmi-Teknik Felsefesi
11.cilt Hayatı Yaşama Felsefesi
12.cilt Rus Felsefesi
13.cilt Klasik olmayan Batı Felsefesi
14.cilt Açık Toplum Felsefesi
15.cil Postmodern Felsefe
16.cilt 20. Asırdaki Tarih Felsefesi
17.cilt 20. Asırdaki Medeniyet Felsefesi
18.cilt Günümüz Doğu Felsefesi
19.cilt Günümüz İslam Felsefesi
20.cilt Günümüz Türk Dünyası Felsefesi
Sıradaki seride ise yayınlanan 10 ciltlik El Farabi eserleri şu şekildedir.
1.cilt El Farabinin Metafizik Düşünceleri
2.cilt El Farabinin Metafizik Düşünceleri
3.cilt El Farabinin Mantıkla ilgili görüşleri
4.cilt El Farabinin Sosyal Felsefik, Etik ve Estetik görüşleri
5.cilt El Farabinin Sosyal Felsefik, Etik ve Estetik görüşleri
6.cilt El Farabi ve İlim (Fen İlimleri ve Matematik)
7.cilt El Farabinin Ptolemey’in Elgamesine yazdığı şerhi
8.cilt El Farabi. Müzik Kitabı
9.cilt El Farabi. Müzik Kitabı
10.cilt Kazakistanda El Farabi hakkında yapılan araştırmalar biblioğrafyası.
‘Medeni Miras’ projesi çerçevesinde yayınlanan bu eserleri okuyacak okuyucuları de yetiştirmek gerekecektir. Ancak o zaman milli bilinç uyanacaktır. Milli ve dünya felsefi eserlerinin okuyan gençler bağımsız düşünmeye de başlayacaktır. Fikir özgürlüğü Kazak halkının özünde vardır. Onun en güzel örneği ise şair-ozanlar, kadı-hatipler ve yeni Kazak aydınlarının felsefi düşünceleridir. Onların ortak özelliği ise kalıplaşmış düşüncelere şüpheyle bakmalarıdır. Fikir özgürlüğü insanoğlunun hayata geniş açıdan bakmasını sağlamış bu da beraberinde birçok ilmi, teknik alanlarda yeni buluşların, sanat ve edebiyat alanında eserlerin ortaya çıkmasına, karışık siyasi, ekonomik meselelerin çözülmesine yol açmıştır.
Tercümanın büyük gayretini isteyen hizmeti de başkası değil yine uzman felsefecinin yapması gerekir. Çünkü o yaptığı çalışmayla içerikten uzaklaşmaz. Başka alandaki tercümanların tercümelerinde anlam kaymaları olabilirdi. Bu sebeple yapılan çalışmanın kalitesinin Kazak milli kültürü için önemli olduğunun bilincindeydik. Özellikle Ebu Nasr el-Farabi’nin eserlerinden oluşan 10 ciltlik eserler mecmuası neşredilmişti. Bu mecmuada yer alan orta yüzyılların en seçkin düşünürlerinden olan El-Farabi’nin “Büyük Musiki Kitabı”, “Analetik”, “Mütekellimlerin Kabul Ettikleri Sillogizm”, “İlahiyat” gibi birkaç eseri ilk defa direk Arapçadan Kazakçaya çevrilmiştir. Farabi’nin gerçekleştirdiği analetik mirasının hoşgörü hermeneftikası günümüzde ülkemizdeki anlayış ve kültürler arası diyalogu etkileyeceği şüphesizdir. İşte bunlar Mualim-i Saniye olarak tanınan guzide Doğu Bilgini’nin tek başına bir ilimler akademisi faaliyeti yaptığının göstergesidir.
Bu tip sistemli ve büyük çaptaki çalışmalar ülkemizin manevi ve kültürel bağımsızlığının daha da gelişmesine ve globalleşme sürecine girmede önemli bir aşama olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla devletimiz tarafından gerçekleştirilmekte olan “Medeni Miras” (Kültürel Miraslar) programı çerçevesinde yayınlanan eserleri ülkemizdeki eğitim ve öğretim alanında bir an önce uygulamanın büyük başarılar sağlayacağı kanaatindeyiz. Bu konuda Yüksek Öğrenim Kurumu öğrencileri için benim başkanlığını yaptığım ilmi heyet tarafından “Doğu Felsefesi”, “Batı Felsefesi”, “Bağımsızlık ve Kazak Felsefesi” adlı büyük ders kitapları yayınlanmıştı. Böylece kültürel miraslarımızla manevi ihtiyaçlarımızı karşılayarak ve bunları uygulayarak milli şuurumuz ile maneviyatımızı canlandırabiliriz. Bu sayede dünyanın gelişmiş devletleriyle rekabet edebilecek bir seviyeye yükselir, bağımsızlığımızı perçinleştirmiş oluruz.
İlk kez Kazakça yayınlanmakta olan dünya çapındaki bu kültürel mirasımızı ülkemizdeki ilim, eğitim ve öğretim sürecinde değerlendirilmeliyiz. Çünkü bizde, bilhassa felsefe alanında Çin, İngiliz, Arap, Fars ve benzeri dünya dillerinden tercüme edilmiş bilimsel çalışmalar yapılmamıştı. Eskiden, Sovyetler döneminde yapılan tercümeler ise komünist ve ateist yöntemlerle süzgüden geçirilmişti. Günümüzde Doğu ve Batı düşünürlerinin eserlerini objektif metinsel tercümeler gündeme getirilmektedir. Zira globalleşme süreçleri böyle adımların atılmasını gerektirir ve bu da bağımsızlığımızın asıl göstergesidir.
Herşeyden önce globalleşme sürecinde ülkemizde yaşayan vatandaşlarımız milli ve kültürel özelliklerini yitirmemelidir. Medeni mirasları koruma ve uygulama herhangi bir gerçek anlamıyla bağımsız ülkenin fıtri fonksiyonudur. O, milletin manevi değerlerini taşıyan hazinelerini elde ettiklerinde ve bir araya getirilen bu tür manevi değerden istifade edebildiklerinde tam manasıyla gerçekleşmiş olur.
İkinciden, biz kendi ülkemizin ana unsuru olduğumuz için her insanımızın iç dünyasının gelişmesine yardımcı olmalıyız. Aynı zamanda bu kültürel mirasları koruma ülkemizde yaşayan her etnik grubun kendine has bilincini oluşturmanın önemli faktörü olmakla birlikte uluslar arası, kültürler arası ve dinler arası diyaloğun ve anlayışın temeli sayılır.
Böylece medeni ve felsefi mirasları aktif bir şekilde uygulama sayesinde Türk halkları manevi yönden birbirlerine yaklaşmış olurlar. Genç kuşağın manevi yönden olgunlaştırmanın, milletin kendine özgü şuurunun gelişme dinamiği ile Kazak ve diğer halkların Türklük ortak yönlerini oluşturmanın ve geliştirmenin önemli bir vasıtası fonksiyonu yapabilir.
Yukarıda arzettiğim düşüncelerimizi şöyle özetlemek istiyorum:
1. Eski devirlerden günümüze kadarki Kazak halkının tarihiyle ilgili toplanmış olan tüm felsefi miraslar ülkemizin manevi hazinesi sayılır. İşte, bu bin senelik bol manevi hazinemiz halkımıza alabildiğine tanıtılmalı ve benimsetilmelidir. Bu ülkemizin manevi emniyetini sağlamaya hizmet eder. Kazak felsefesi ülkemizin manevi özgürlüğünün ifadesi ve halkımızın birliğinin koruyucusu hükmündedir.
2. “Medeni Miras’’ devlet projesi çerçevesinde yapılan çalışmalar “Kazak felsefesi” ve “Türk felsefesi” gibi yeni terimlerin bilincimize yerleştiğini ve ciddi bir şekilde hayat sürdürdüğünü ispatlamıştır. Ancak felsefi yöntemlerle derinden incelemeyi gerektiren milli şuur, dünyanın milli tablosu, milli değerler ve dünyadaki manevi ilşkilerin diğer biçimleri bu tür bilimsel çalışmaları devam ettirmeyi icap etmektedir.
3. Kazakistan’ın 50 ciltlik milli ve dünya çapındaki felsefi miraslarını ayrıntılı bir şekilde inceleme ve onu sistemleştirme, gençlere, çeşitli etnik ve demografik gruplara benimsetme ülkemizdeki milli ve medeni birliğin oluşmasına ve gelişmesine büyük katkıda bulunur. Mecmuada yer alan eserler arasında ülkemizin stratejik istikametine ters düşmeyen, genel ahlak kuralları ile insani değerleri aşılayan, insan fıtratının önemli yönlerini açıklayan ve bağımsızlığımızın sabitleşmesine vesile olabilen eserler de mevcuttur. Bunlar teorik manada milletimizin manevi terakkisine yol açmaya yarayan eserlerdir.
4. Medeni miraslarımızı uygulama esnasında devlet dilimiz olan Kazakçanın kelime hazinesi zenginleşir ve onun medeni ve sosyal kullanım ortamı genişler. Ülkemizdeki etnik gruplar arasında diyalog oluşturmanın sosyal temeli de olabilir. Felsefe alanıyla ilgili eserlerin yayınlanması etnik gruplar arasında ilişkiler kurmada ve ancak atlatmaya başladığımız ekonomik kriz sonrası toplum hayatının istikrarlı bir şekilde gelişmesinin devam etmesine zemin hazırlayan milli ideolojiyi oluşturmada intellektüel bir köken ve etno-kültürel bir kaynak olabileceğine inanıyoruz.
5. Milli ve dünya felsefesini uygulama genç neslin düşünce bağımsızlığını sağlar ve yeni araştırmalar ile ders kitaplarının Kazakça olarak kaliteli bir şekilde neşredilmesine zemin hazırlar. Hazırladığımız mecmua ciltlerinin bazılarında sıradan bir mantığa ters düşen, ilmi parametrelere ve çağdaş kriterlere uymayan eserlerden parçalar verilmişse, bu eserler günümüz bireylerinin düşünce ufkunu genişletecek mahiyettedir. Çünkü bu eserlerin tarihi idraki yönü diğer yönlerine göre daha üstün olduğunu söyleyebiliriz. Bize göre okuyucunun kendisi de başkalarına, iyi ile kötüyü ayırt edebilmek için onun yaratıcılık yeteneğine ve tercihine saygı duymasını öğrenmeli. Eski totalitar sistemde olduğu gibi bütün insanların aynı seviyede olduğunu iddia ederek düşünce ufkunu sınırlandırma geleneğinin vakti artık çoktan geçtiğini hatırlatmamızda fayda var. Aksi takdirde demokrasi prensiplerini ülkemizdeki medeniyet ve maneviyat alanlarına ve milletimizin kültür enginliklerine yaymamız imkansızdır.
6. Felsefe alanında “Filozof - tercümanlar” adıyla yeni uzmanlar grubu meydana gelmektedir. Onların mesleki tecrübeleri sonraki yeni nesile verilirse gerçek manada sosyal bilim alanının üç dilli uzmanlarının artmasına yol açardı.
Gelecekte manevi hazinelerimizin seçkin nüshaları İnglizceye tercüme edilecekse işte, o zaman bu planladığımız çalışmalarımız uluslararası bir mahiyet kazanmış olacak. O günlerin de hızla yaklaştığına şahit oluyoruz. Yani, Kazakça düşünme ve Kazakça konuşma kültürünü, milletimizin felsefi geleneğinin mücevherlerinin yabancı ülkelerin entelektüel enginliklerine yayılması sayesinde manevi hazinelerimizin değerini yükseltebileceğimizden eminiz. Bu çabalar bizim manevi güvenimizi perçinleştirir.
Kazaklar hürriyeti, özellikle de düşünce özgürlüğünü, maddi ve manevi bağımsızlığı ile sorumluluğu her şeyden üstün tutan bir millettir. Yalakalık, makam sevgisi, kıskançlık ve taklitçilik gibi kötü huylar bize sonradan bulaşmış bir çamurdurlar. Eski Kazak toplumundaki “Dat!” (müsaadenizle) diye hanlara, sultanlara karşı düşüncelerini açık bir şekilde söyleyebilme geleneğini sosyologlar “Bozkır demokrasisi” veya “Göçebeler demokrasisi” olarak adlandırmaktadırlar. İster han, ister sultan, ister zengin olsun, milletin düşüncelerini hesaba katmak zorundaydılar. Çünkü yaptıklarının hepsi efsane ve hikayeleşmiş bir şekilde ağızdan ağıza dolaşarak kendi nesillerine ulaşacağını onlar da çok iyi bilirdi. Dolayısıyla halk arasında belli bir ağırlığı olan ozanlar ile şairlerin düşünceleri ciddi bir sosyal kuvvete sahipti. Korkut, Buhar, Mahambet gibi şairlerimiz halkın şikayetini zalim hanların huzurunda bile hiç çekinmeden söylememiş miydi? Tek başına bütün milletin namus ve şerefini teraziye tartan Abay için ne dersiniz?
Düşünce özgürlüğü Kazak milletine doğuştan verilmiş bir fıtri vasıftır. Günümüze kadar uçsuz bucaksız sahralarda koyun güden sıradan bir çoban bile size hayat, iyi ve kötü hakkında, çağımız toplumuyla ilgili kendi hayati felsefesini sunabilir. Bozkır demokrasisiyle ilgili bu tür düşünce özgürlüğü bazen uzun tartışmalara neden olmaktadır.
Ülkemizdeki demokratik geleneklerin gelişmesi hızla gerçek anlamdaki demokrasiye yaklaşıyor. Fakat kimsenin onurunu kırmadan, incitmeden düşüncelerimizi aktarabilecek münazara kültürü, sözünü ettiğimiz konuyu bütün incelikleriyle analize edebilecek bir bilgi ve görgü yetersizliği mevcuttur. Kimin kim olduğunu ayırt edebilecek, taşa oyulan her söze Allahın kelamı gibi kayıtsız şartsız inanlardan olmayan bir toplum oluşturma, yani bir anlamda ferasetli kişiyle onunla aynı çağda yaşayanlar arasındaki ilişkileri temin etme meselesinin çözümü gündemdedir. Ekonomik gelişme, demokratik geleneklerin yerleşmesi, bilgi yayma hatlarının genişlemesi bizi herhangi bir düşünceyi kitleye kolaylıkla ulaştırabilme imkanı sağlayacaktır. Ancak o düşünce herhangi bir grubun menfaatini gözetmeyen, bağımsız, milletin haline (hatta bütün insanlığın geleceği için) iki büklüm olan hakikat eri, ferasetli şahsiyetlerin kalbinden çıksın diyelim.
Gelecekte başa gelmesi ihtimal olan felaketleri önceden görebilen, geriye asırlarca silinmeyecek bir eser bırakmak gerçek bir dahiliğin emaresidir. Mağcan Cumabayev’in geride bıraktığı manevi mirasları arasında günümüz insanımızın maruz kaldığı nice problemlerle ilgili görüşleri vardır. Bunlardan biri de ana dil problemi:
“Erlik, eldik, birlik, kayrat, bak, ardın
Javuz tagdır joydı barin ne bardın.
Altın kunnen bağasız bir belgi bop,
Nurlı juldız, babam tili sen kaldın!”
“Erlik, barış, birlik, kuvvet, baht, namus,
Zalim kader ne varsa hepsini imha etti.
Altın günlerden paha biçilmez bir nişan olarak,
Nurlu yıldız gibi ecdadımın dili, sadece sen kaldın!”
Her şeye rağmen geriye kalan ana dil için şükretmeyi ihmal etmeyen şair, ana dilinin korunmasını milletin yaşayışına bağlar. O, dil ile milleti birbirinden ayırmak mümkün olmadığını, onların birliğinin ebedi olduğunu ve birinin yitirilmesinin diğerinin viranına yol açacağını, geriye bıraktığı bütün manevi miraslarının anahtarı hükmünde olan “Pedogoji” adlı eserinde şöyle özetlemiştir:
“Dilsiz milletin veya dilini kaybeden milletin bu dünyada millet olarak yaşaması düşünülemez. Bu millet kaybolur gider. Millet olmak için kendine özgü dilinin olması şarttır. Millet dilinin kıymetinin düşmesi o milletin yok olmaya yüz tuttuğunu gösterir.
Bir milletin dilinde o milletin toprağı, tarihi, yaşayız tarzı, karakteri açıktan görünür. Kazak dilinden Kazak’ın sabırlı bir millet olduğunu görürsün.”
Mağcan’ın bu fikirlerinden nasıl bir sonuç çıkarabiliriz? Evvela, Kazakça bilmeyen birisinin tam bir Kazak olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü o, sadece kendi ana dilinden değil, kendi milletinin mentalitesinden, tarihinden, örf ve adetlerinden kısaca bütün milli varlığından mahrum bir şekilde yetişmiş bir insandır. İkinciden Kazak dilinin ülkemizdeki yegane devlet dili olarak kalmasını temin etmek günümüzdeki sıradan bir linguistik sorun olmakla kalmayıp “Gelecekte Kazak milleti bir millet olarak kalabilir mi, kalamaz mı” sorusunu cevaplayan aktüel bir meseledir. Çağımızın devlet büyükleri tebliğ sunarken Kazakça bir iki laf ettikten sonra “Müsaadenizle hepimizin anlayabileceği Rusça konuşayım” diye Rusça ötmeye başlar. Bu tip bizim için zararlı bir alışkanlıkları terk etmeliyiz. Devlet dilimiz olan Kazak dilini toplum hayatının bütün kollarına sistemli bir şekilde çok kısa bir müddet içinde kullanılmasını sağlamalı ve bu husuta kanun çıkartılarak uygulanmalıdır. Ülkemizde yaşayan Kazakça düşünüp sade Kazakça konuşabilen Kazaklar ile Kazakistanlıları eğitmek de çok önemli meselelerdendir. Devletimiz ve bütün milletimiz omuz omuza vererek bugün bu sorunun çözümünü bulmazsak daha sonra geç kalabiliriz.
Millet, ulus, hatta bütün insanlık alemindeki siyasi ve içtimai meseleler üzerinde düşünen Mağcan Cumabayev özet olarak dünyada gerçekleşmekte olan bütün hadiselerin, çatışmalar ile zıtlıkların kaynağı şahıslarda, onların kalbindeki iyilikler ile zülümlerin dengesinde olduğunu belirtmiştir.
Şair, iyilik yapmaya hevesli olmak, kötülüklerden kaçınmak insanın fıtratı olduğunu şöyle dile getirmiştir: “İyilik yapmak için can atmak, zülümden nefret etmek insanın özünde olan bir şeydir…”. Mağcan’a göre “sevgi” ve “iyilik” kelimeleri anlam bakımından birbirine çok yakındır, çünkü, sevmek iyilik yapmayı, zülümden uzak durmayı gerektirir. Mutlu bir hayat insan ile toplumun, millet ile bütün insanlığın birliğini ister. İnsanın saadeti her şeyden önce annesine, yakınlarına, vatanına olan sevgisi ile milleti ve tüm insanlığın durumuna bağlıdır. İnsan kendi çağı ile kültürünün eseridir. O, kendi hizmetinde milletinin ve insanlığın menfaatini gözetmesi gerekir. Düşünce özgürlüğü Mağcan’ın dünya görüşünün başlıca ilkelerindendir. Özgürlüğün, insanı kendi fikrinden ve işinden sorumlu tuttuğunu belirtir. Sorumluluk duygusu, insanın başkalarıyla birlikte yaşama ihtiyacından kaynaklanır. İnsanın aklı ve fikri ne kadar derin ise onun sorumluluğu da o kadar yüksek seviyede olur.
Gerçek nazım eserlerinin değeri vakit geçtikçe daha da ziyadeleşeceğini biliyoruz. Zamanının seçkin şahsiyetlerinden olan Mağcan’ın kendi milleti ile insanlık medeniyeti için verdiği emekleri de aynen öyledir. Vakit geçtikçe kıymeti daha çok bilinmektedir. Milletimizin başına gelen zor zamanlarda onlara kuvvet kazandıran, kalplerindeki duygularını kurcalayan Mağcan şiirleri önümüzdeki asırlarda gelecek olan nice nesillere de ecdadlarının ebedi hüzünleri ile dertlerini, hayalleri ile ümitlerini unutturmayacak kalıcı bir hatıra olacağı şüphesizdir. Yer yüzünde Kazak milleti yaşadıkça bu ebedi akın durmayacak, sönmeyecek. Bundan kimse şüphelenmesin. Onun eserlerinden milletinin parlak geleceğine olan güvenini farkediyoruz. Aynı zamanda Mağcan eserlerinde “güven” en önemli değerlerden biri olarak ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Büyümek ve gelişmiş ülkelerden olmak istersek gelecek kuşağın özgürce düşünebilme yeteneğini oluşturmasına fırsat yaratmalıyız. Büyük sorunları çözme kabiliyeti ancak hür düşünceli insanlarda olur. Globalleşme çağında ülkemizin karmaşık iç ve dış sorunlarını milli çıkarlarımız açısından doğru çözebilmek için zeki ve ılımlı hür düşünce sahiplerine ihtiyacımız vardır. Bize “Ben öleyim, “Alaş”(Kazak) ölmez canlanır” diyebilen Mağcancı ruhlar lazım.